Kitabın Adı
Sarı Zeybek Atatürk'ün Son 300 Günü
Kitabın Yazarı
Can DÜNDAR
Yayınevi ve
Adresi Milliyet Yayın A.Ş. Doğan Maedya Center 34554 Bağcılar İSTANBUL
Basım Yılı
1994
KİTABIN ÖZETİ
Bu kitapta
Atatürk'ün fazla bilinmeyen yönlerine ışık tutmak amacıyla, onun son 300 gününe
tanıklık etmiş kişilerin yazdıkları ya da anlattıklarından faydalanılmıştır.
Atatürk'ün hayatından alınan bu küçük kesitler birleştirildiğinde, büyük bir
devlet adamlığının ve insanlık erdemlerinin pek çok unsurunu üzerinde taşıyan,
oldukça ilginç ve sevimli bir portre ortaya çıkmaktadır.
Atatürk'ün
kabına sığmayan mizacı, hastalığında kendisine getirilen müeyyidelerde
belirginleşmektedir. Doktorlar sigarayı günde 10 adet ile sınırlamaktadır.
Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın anlattığına göre, Atatürk bir yolunu bulup
istediği kadar sigara ve kahve içmeye devam etmiştir (Sayfa: 15-16) .
Falih Rıfkı
Atay, Cumhuriyet'in 10ncu yılını kutlamaya hazırlandıkları günlerde, onca iş ve
yoğunlukta bile sıkılan ve yalnızlık duyan Atatürk için şu sözleri sarf eder:
"Çankaya Köşk'ünde yapacak bir iş bulamadığı için iç sıkıntısına tutulduğu
vakit, kendisini cangıldan alınarak kafese konmuş bir aslana benzetirdim"
(Sayfa: 20). Atatürk'ün yalnızlıktan kurtuluş yöntemi de oldukça ilginçtir.
Saraydan gizlice kaçarak, Boğazda bir Rum meyhanesinde balıkçılarla kol kola
horon tepmektedir. Korumalar geldiğinde ise "yakalandık" diye
söylenmesi onun hoş çocuksu duygularını açığa çıkarmaktadır (Sayfa:22).
Dündar'ın
verdiği örneklere göre Atatürk için sofra, "Bilgeler Meclisi" ya da
"Danışma Kuruluydu." Masanın yanında her zaman yazı tahtası
bulundurmakta, daima yüksek şahsiyetlere danışma ve bilgilenme amaçlı yemek
vermektedir. Ayrıca, F. Rıfkı Atay'ın anlattığına göre bir vazifede kullanacağı
adamları hiç söylemeksizin, hissettirmeksizin, sofrada uygun anlarda türlü
yönlerden yoklamaktadır (Sayfa:24). Ayrıca içki aldıktan sonra hafızasının
zayıfladığına pek rastlanılmadığı da anlatılmaktadır.
Atatürk'ün
vücutça ve kafaca güçlülüğü, 10 ncu yıl nutkunu yazdırırken kaç gece
sabahladığı ve o dimdik ayaktayken, metni dikte ettirdiği gençlerin nasıl uyku
için nöbet değiştirdikleri, örnek verilerek vurgulanmıştır (Sayfa:24). Ayrıca,
oldukça hasta olmasına rağmen yatağında Güneş Dil Teorisi üzerinde çalıştığı da
anlatılmıştır (Sayfa: 37).
Atatürk'ün
Cumhurbaşkanı olmasından sonra sorumlu devlet adamı olarak hükümete ince bir
strateji ile yol göstermesi de oldukça ilginçtir. Asım Us takma adını
kullanarak hükümeti eleştiren yazar, gerçekte, Mustafa Kemal Atatürk'tür
(Sayfa:27).
Atatürk'ün
insani yönüne ve engin hayat felsefesine güzel bir örnek de İsmet İnönü ile
aralarının açılması ve İnönü'nün Başvekillikten ayrılmasından sonra Genel
Sekreterine verdiği şu öğütlerde bulunabilir: " Biliyorsun, bizde,
bilhassa politikacılar arasında kökleşmiş, çok kötü bir itiyad mevcuttur. Bir
adam makamdan çekildi mi derhal etrafı boşalır, en yakını gibi görünen kimseler
tarafından dahi terk edilir. Bu sefer arkadaşlar bunun tersini yapmalı. Bu
sakim itiyadı, medeni insanlara yakışan hareketleriyle fiilen ortadan kaldırmak
yoluna gitmelidirler ... İşte bunu sağlamaya çalışmalıyız" (Sayfa:34).
Atatürk'ün
Türk müziği hakkında söyledikleri bütün Türk halkının duygularına tercüman
olmaktadır: "Biz bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman, ondan, geçmişin
uyanma bırakması lazım gelen hikayesini, kalbimize giren oklar gibi duymak
isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz bir beste dinlerken farkında olmaksızın
hislerimizin inceldiğini duymak isteriz" (Sayfa:41).
Atatürk'ün
şövalye ruhu Tanburi Selahattin'in verdiği tanburu çalarken tellerden birinin
kopması üzerine "İnsan bilmediği işe burnunu sokmamalı" davranışında
da kendini göstermektedir. Aynı gün şık elbiseleri ile bir baloya katılmış ve
kendisine takdim edilen bayanları nazikçe selamlamıştır . Akabinde bir vals
başlayınca 18 yaşında bir genç çevikliği ile piste çıktığı görülmüştür
(Sayfa:55 ). Daha sonra, orkestraya "Sarı Zeybek" çalmalarını
söyleyerek, dizlerini yere vura vura, Aydın efelerine taş çıkartırcasına
oynaması, izleyicileri büyülemiştir (Sayfa:57). Üstelik, O bunları yaparak
etrafa neşe saçarken, oldukça hasta ve acılar içindedir. Atatürk'e
karaciğerinin hasta olduğu teşhisi konduğu gece Melek Tokgöz'ün konserine
gitmiştir (Sayfa: 67).
Hastalığının
tedavisi için yabancı doktorların davetini" Ortada Hatay meselesi var.
Hastalığım duyulursa fena olur" diyerek, memleket meselelerini şahsi
menfaatlerden de öte, canından üstün tuttuğunu göstermiştir (Sayfa: 63). Durum
daha da ciddileşip hastalığı saklanamaz hale geldiğinde ve dedikoduların
arttığı bir dönemde, dimdik ayakta olduğu mesajını vermek için Mersin'de 19
Mayıs kutlamalarına katılmaya karar vererek, Fransız sefirine şöyle
kükremiştir: "Milletime söz verdim; Hatay'ı alacağım. Namusum üzerine
söylüyorum ki, o Türk toprağını Fransızlara bırakmayacağım. Sözümü yerine
getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar
yenilmedim yenilmem; yenilirsem bir dakika yaşayamam" (Sayfa:72). Atatürk,
Hatay için canını ortaya koymuştur ve şimdi canı tehlikededir. Hatay O'nun
davasıdır ve sonunda davayı da kazanmıştır, ama, kendisini bu yola feda
etmiştir (Sayfa:88).
Atatürk'ün
insancıl yönü hasta yatağında yatarken yakın dostlarının rahatsızlanmasından
duyduğu üzüntüde bir kez daha ortaya çıkmaktadır: "Celal Bey de hasta
yatıyor. Fevzi Paşa'nın da şekeri var, O da hasta. Ne olacak bilmem?"
(98). Onun hasta yatağında gördüğü kâbuslarını arkadaşlarına anlatması
ıstırabının boyutlarının çok yüksek olduğunu göstermektedir (s.116).
Atatürk'ün
metâneti ve gerçekler karşısındaki soğukkanlılığı genel sekreterine ölmeden
önce bilinçli ve son derece dikkatli yazdırdığı vasiyetnamesinde de kendini
göstermektedir. Vasiyetinin ilgi çekici yönlerinden birisi banka gelirlerinin bir
kısmını Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına bırakmasıdır. Ayrıca, vasiyete göre
İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları
yardım yapılacaktır. Böylece son görevini de yapmıştır (Sayfa: 109).
Ölüm döşeğinde
yatarken Celal Bayar hükümetin projelerini arz etmektedir. A. İnan odaya
girerek Atatürk'ün yorulduğunu söyler. Ancak, Atatürk, "Gel sen de dinle.
Çok mühim ve güzel şeyler anlatılıyor. Bunlar insanı yormaz, insana can
verir... Rica ederim, devam.. " demiştir. Kendisini son nefesine kadar
ulusuna adayan Atatürk'ün teşhisleri de son derece önemli ve tutarlıdır:"
Bizim bu işleri başarmamız için önümüzde en çok üç yıl mühletimiz vardır. Demem
ki ondan evvel fırtına kopmaz" (Sayfa:120). Henüz hükümette böyle bir görüş
olmadığı belirtilmiştir. Harp tam da onun öngördüğü gibi bir yıl sonra
patlamış, ama, artık o hayatta değildir.
Yatağının baş
ucunda bir tablo asılıdır. Tabloda kır çiçekleri ile bezeli yemyeşil bir yamaç
alabildiğine uzanmaktadır; bu yamacı çiçek açmış meyve ağaçları süslüyor, arka
alanda ise nefis bir göl ve heybetli, karlı dağlar manzarayı tamamlamaktadır.
Tablonun adı "4 mevsim" dir. Atatürk bu tabloya baktığında memleketin
dört köşesini gördüğünü belirtmiştir (Sayfa:127).
29 Ekim
kutlamaları oldukça dramatik ve etkileyici olaylara sahne olmuştur: "29
Ekim törenlerinden dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerini taşıyan vapur
Dolmabahçe önünden geçiyordu. Öğrenciler vapurdan "Atamızı görmek
istiyoruz" diye bağırdılar. Ardından da İstiklal Marşı'nı ve 10. Yıl Marşını
söylemeye başladılar. "Çıktık açık alınla/ 10 yılda her savaştan"
dizeleri Dolmabahçe'nin hüzünlü duvarlarında çınladı." Can Dündar son
sahneyi şu yorumla aktarıyor: "Yanındakiler, son düşmanı olan ölümle
savaşan bu kudretli adamın ilk kez o gün ağladığını gördüler" (Sayfa:141).
Kitabın son
paragrafı da Atatürk'ün ölümünün ardından ona olan sevginin derecesini ifade
etmek açısından önemlidir: Atatürk'ün yaveri bu acıya katlanamamış ve
tabancasından kalbine sıktığı bir kurşunla hayatına son vermiştir (Sayfa:155).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder